Yapay zekâ meselesine emek temelli bir bakış
“Yapay zekâ” kavramı hayatımızın her alanında etkilerini gösteren bir olgu olarak karşımızda durmakta. Sözcük İngilizce “artificial intelligence” kavramına dayanıyor ve anlamını birebir veriyor. Gerçekten de yapay zekâ kavramı bir bilgisayarın ya da kontrol ettiği bir robotun, zeki canlılarla eşdeğer şekilde çeşitli faaliyetleri gerçekleştirmesini niteliyor. Burada önemli olan ise robotun veya onu kontrol eden bilgisayarın arkasında, tüm bunları var eden zeki bir canlının oluşu: İnsan.
Sırasıyla buhar makinesi, elektrik ve bilgisayarın icadıyla birinci, ikinci ve üçüncü endüstri devrimini yapan insanlık, şu an yapay zekâ teknolojileri sayesinde “Endüstri 4.0” devrimini yaşıyor.
Yapay zekâ teknolojilerine ilişkin pek çok tartışma mevcut. Örneğin Amazon, kullandığı yapay zekâyla çalışan iş bulma algoritmasının kadınlara önyargılı davrandığını keşfedince sistemi sessiz sedasız devreden çıkardı. Buna benzer pek çok etik-ahlaki tartışma yapılageliyor.
Üretim ilişkileri bağlamında yapay zekâ
Yapay zekânın üretim ilişkileri üzerinde de dönüştürücü etkileri oluyor/olacak.
Robotlar üretime hız ve etkinlik katarak işleri kolaylaştıracak mı yoksa kitlesel işsizliklere ve sefalete mi yol açacak tartışması üretimde dijitalleşmeyle ilgili karşıt görüşlerin temelini oluşturuyor.
Teknolojik ilerleme kapitalist üretim sisteminin yarattığı sermaye birikimiyle yeşerme imkânı buluyor ve kapitalizmi de yeniden üretiyor. Yani burada diyalektik bir ilişkiden söz etmek mümkün. Dünyadaki mevcut üretim sistemi teknik verilere dayalı ilerliyor ve ayakta kalabilmek için en ileri tekniği kullanmak, en son teknolojiye adapte olmak zorunlu oluyor. Bu durum teknolojik gelişmenin de esas motivasyon kaynağını oluşturuyor.
Üretim ilişkileri bakımından ele alındığında yapay zekâ teknolojileri, sadece kârı artırmak motivasyonundan çıkıp, insan ihtiyaçlarını karşılama anlayışına yaklaştıkça toplumsal refahın artmasına aracılık edebilir. Bununla birlikte kültürel, entelektüel, sanatsal yaşamı da bir üst seviyeye taşıyabilir. Bu durumda; yorucu, hatta can sıkıcı olabilen kimi işlerin robotlar tarafından yapılması, kitlesel işsizlikler ve sefalet anlamına gelmez. Tam tersine, ortaya çıkacak boş vakit, eğitim, kültür ve sanat alanlarına daha çok odaklanmayı mümkün kılar. İnsanlığın aile yaşamı, sosyal yaşamı bu şekilde zenginleşebilir. Oysa geldiğimiz noktada insanlığın yalnızlaştığını, geleceğe dönük bir umutsuzluk ve kaygı hâlinin hüküm sürdüğünü görüyoruz. Modern teknoloji harikalar yaratırken, insanlığın tehlikeli bir eşiğe gelmiş olması da ortada bir çelişki olduğunun kanıtı. Julian Assange , “İnsanlığın geleceği, makineler mi insanları kontrol edecek insanlar mı makineleri mücadelesine indirgenmiş bulunuyor” derken, insanlığın yüz yüze geldiği temel bir soruna gönderme yapıyordu. Bu işte bir yanlışlık olmalı…
Yapay zekâ ve teknolojiye dayalı üretimin sınırı
Genel olarak amacı, ne pahasına olursa olsun kâr etmek olan bir işletme için bile yapay zekâ ve robot teknolojilerine dayalı üretim yapmanın bir sınırı olacaktır. Sözgelimi robotlar, kapitalist üretim tarzında işletme sahipleri için bulunmaz nimettir zira acıkmazlar, susamazlar, yorulmazlar, ücret istemezler, ücret artışı da talep etmezler, hastalanmazlar, grev yapmazlar vs. Velhasıl robotlar mükemmel “işçilerdir”. Lâkin robotların da bir kusuru var: Satın almazlar! Ürettiğiniz malı satın alacak yani realizasyonu yapacak bir kitle bulamazsanız, bunun sürdürülebilir olmasını da bekleyemezsiniz.
Yapay zekâ kavramıyla ilgili bir diğer husus da, faaliyetlerin tamamının yüzde yüz otomatize edilebilir olmamasıdır. Nitekim yüzde yüz otomatize edilebilir olan yani tamamen yapay zekânın yürütebileceği faaliyetlerin, toplam faaliyetlerin yüzde 5’i civarında olduğu tahmin ediliyor.
Fakat sonuç olarak robotlaşmanın, otomasyonun ve “yapay zekâ teknolojilerinin” on milyonlarca, belki yüz milyonlarca insanı işinden etme potansiyeli taşıdığı bir gerçeklik.
Sürecin hangi yöne evrileceğini gelecek gösterecek.